26 Mart 2013 Salı

Rahle

Aldım, öptüm ve başıma koydum seni, göğsümün biraz üstüne yazdığın mektubun kıyısına iliştirdim.
Hâlâ yaşanabilecek ilkim kalmış ki sen gelmişsin hakkını almaya.
Birkaç mum, 3 şişe şarap vaadimiz var.
Bırak kitap okuyayım sana ve yeniden doğurayım.
Değiştirdiğim kelimeleri bulma oyunu oynayalım.
Hatalarımı değil yaratılarımı sev.
Açayım iki göğsümün arasını.
Seyyahlığına han olayım.

21 Mart 2013 Perşembe

Aldım verdim

-Sen bana yaralarını göster, ben de sana benimkileri göstereyim.

20 küsur senedir bu oyunu oynuyorum, kendi kanımı başkalarınınkine karıştırıyorum.
Oysa yaklaşık bir aydır engeller var önümde.
Bir kadın ve ruhunu tanıyorum.
Hissedebiliyorum parçalanmışlığı.
Konuş, diyor bana, anlat.
Konuş ki unutayım kendimi.
Senelerdir benim iki dudağımdan çıkan bu cümleleri şimdi o tekrar ediyor.
Onun söylemeye çekindiklerini de ben söylüyorum:
-Konuşursam, kırarım ne kaldıysa ve bir daha toplayamam parçaları.

Şimdi uzaktan bakıyoruz.

Aldım verdim ben seni yendim...

17 Mart 2013 Pazar

Merhaba! Ben ...

Belki de günü gününe 1.5 senedir hayatıma yeni insanlar sokuşturuyorum. Kelime seçimlerim doğru. Daracık bir zamana koca koca adamlar ve kadınlar sok-uş-tur-mak. İçleri sıkılırdı yanıma geldiklerinde. Sıkıştırılmış mutluluklar, kahkaha hapları, el bombası krizler. Her şey en üst seviyelerde.

Korktun mu? Sanmam.

Selam, nasılsın, bak benim adım bu, şunlardan hoşlanırım, sana anılarımı anlatayım mı vs vs. Ne kadar sevimli ve büyüleyici olabileceğimi biliyorum. Kendini tekrar eden bir süreç. Ah be akılsız kadın, madem seyircin çok olacaktı, her seferinde farklı bir rol biçseydin ya kendine. Deneme yanılma yoluyla öğrenirdin belki, varsa eğer, doğruyu.

Sevimli geliyor değil mi, bir kadının, kendisini çoktan tüketmişken, ruhuna katık araması. Boş çırpınışlar eğlendiriyor sizi, müzmin seyirciler. İçiniz titriyor bazen bakarken. Tuhaf hissediyorsunuz kendinizi. İçimin ölmüş taraflarını gömmeyi reddettiğim için burnunuza tuhaf kokular geliyor. Kaçamıyorsunuz da.

Bekleyin, daha çok perde var.

15 Mart 2013 Cuma

Kaç(a)ma(k)

Kendime Mutluluk filmindeki o mükemmel tiradı okuyorum.
İyileşebilir miyim acaba?
Yoksa kadın başıma kuş vurmaya mı çıkmalıyım, bilmiyorum.
Bazı kelimelerin kullanımını tekrar tekelime almak istiyorum.
Asabi bir kadınım.
Doğuştan hüzünlü bir mizaç.
Kısa süreli sevilesi ve mümkünse evde beslenmeyesi.
Yine de başımı onun göğsüne yaslayacak olmak biraz daha hafifletir mi yüklerimi?

14 Mart 2013 Perşembe

Dans


Omurgamı yeniden yapılandırıyorum.
Bu dans etmenin çok ötesinde.
Esnekliğimi kullanıyorum, düşüncelerimi parçalıyorum, karanlığı kutsuyorum.

Zorunluluklar

Her gün sabahın köründe kalk.
Bitki çayı iç, bir şeyler atıştır.
Derse git ve dinliyormuş gibi yap.
Gelen mesajlara cevap ver, daha çok mesaj gelmesini sağlayacak hareketlerde bulun.
En az bir, bazen iki, şansını zorlayıp üç kitap bitir.
Kalan sürece boş boş ekrana bak ve bu kadar basit cümleleri bile yazmaya üşendiğin için kendine lanet et.
Neden duruyorsun?
Neden?
Neden susuyorsun?
Neden?
Şimdiden akşam oldu, gece ise gelmek bilmiyor.
Gece yarısı olur olmaz bedenini yatağın derinliklerine sürükleyeceksin ve bunu bir saat erken yapmak istemek seni korkutuyor.
Her şey düzenli olmalı.
Ruhumu bir düzen olmalı.

Blog yazarlığı

Defalarca denedim.
Tüm blog sitelerine gitdim çıktım, çeşitli arkadaşlıklar kurdum, yazdım yazdım yazdım.
Ama asla yeterli gelmedi.
Sürekli amacından saptırdığımı, her seferinde daha çok yalan söylediğimi canım acıya acıya fark ettim.
Arkamda onlarca ceset bıraktım, yetmedi.
Şimdi yeni bir blogun kanını emmek istiyorum.
Geçirdim dişlerimi.

İntihar

Sizce de ölmek çok basit değil mi?
Bir gece hiç yoktan son bir fotoğraf çekip, kafanıza sarı papatyadan taç yapıp kendinizi asabiliyorsunuz.
Bunu sizin eski bir arkadaşınız da yapabiliyor.
Öğrendiğinizde beraber olduğunuz tüm anılar art arda tokat gibi çarparken yüzünüze, belki sonunda mutlu oldu, diyebiliyorsunuz.
İnsanoğlu uyum sağlamadan yaşayamıyor.
Biz de başkalarının uyumsuzluğuna uyum sağlamaya çalışıyoruz işte.

13 Mart 2013 Çarşamba

Gün

Sabahları sis gibi inen, yoğun ve akışkan ölme dürtüsü.
Ayak parmaklarıyla ağır yorganı üzerinden atabileceğine inanmış bir insanın azmi.
Gün ışığında olduğundan daha da komik gelen eller.
İstaklal caddesinin kalabalığında insanlara değmeden yürüme telaşı.
Bir şeyler içsek düzelebilir mi?
Uyanmış gibi yaparak yarı bitkisel hayatta yaşayabilir miyiz?